BAYRAMINIZ MÜBAREK OLSUN
Yirmi yedi yıl önce, beş yıl boyunca çalıştığım holdingin fabrikalarından gelen evrakları almak için şirket merkezi olan Nişantaşı’ndan Topkapı’daki eski otogara gider, otobüsle gönderilen evrakları alır ve tekrar şirkete dönerdim.
Yine böyle bir gün, evrakları almaya Topkapı Otogarı’na gittim. Otogardaki otobüs işletmesinin kargo bölümünden, gönderilen evrakları alarak, vakit akşam olduğu için eve dönüyordum. O yıllarda İstanbul’da otobüsler şimdiki gibi konforlu değildi. Eski ve bakımsızdı hatta bazen yolun ortasında durur, çalışmazdı. Lüks semtlerde bakımlı ve yeni model otobüsler çalışır, fakir bölgelere de yolda kalacak kadar eski arabalar çalışırdı. Topkapı-Mecidiyeköy hattındaki bakımsız ve eski otobüslerden birine bindim. En arka ikili koltukta otobüsün sol tarafına oturdum. Otobüs hareket etmeye başladığı sırada kağıt sesleri gelmeye başladı. Kağıt sesleri, benim koltuğun yan tarafındaki ikili koltukta oturan adamın elindeki kese kağıdını karıştırmaktan geliyordu. Eskiden manavlar, bakkallar kese kağıdı kullanır, meyveleri ve sebzeleri kese kağıdına koyardı. Adam elini kese kağıdına daldırdı, bir armut çıkardı ve yedi. Tekrar kese kağıdına daldırdı bir armut çıkardı ve nefessiz yedi. Bir, iki, üç derken kese kağıdını yarıladı. Ben meyve görmeyen, yemeyen biri değildim fakat hayatımda ağzının suyu akmasını ben 18 yaşımda o otobüste yaşadım. Adam homur homur yiyor, etrafı ile ilgilenmiyordu. Yan tarafında genç bir çocuk var. Bir armutta ona uzat, öküzlüğün anlamı yok.
Bir kese kağıdı armudun sanıyorum yarısını yedi. Ben hayatımda o kadar çok armut yeme isteğim olmadı. Otobüsten nihayet indim, mahallemizin girişinde köprünün başında meyveciler olur. Yıllar geçse de hala meyveciler burada satış yapar. Hızlı adımlarla meyveciye giderek bir kilo armut alıp eve gittim. Hem olayı anlattım hem de armutları afiyetle yedim. Çoluk çocuk, genç yaşlı, zengin fakir demeden karşımızdaki ile paylaşmayı ihmal etmemeliyiz.
Her zaman bu olayı anlatırım. Etrafımıza karşı duyarlı olmalıyız. Yediğimizden yedirmeli, içtiğimizden içirmeliyiz. Çünkü biz her şeyden önce insanız. Allah’ın verdiği nimetleri tek başımıza tüketmemeli, sadece kendimiz kullanmamalıyız. Neden horumdana homurdana diyorum? Çünkü bencil, cimri olan kendinden başkasını düşünmeyen bir insan tiplemesi olduğu için.
Kurban Bayramı geldi, kavurmalar yapılacak kokusu en ücra köşelere yayılacak. Kestiğimiz etleri üçe bölmeli, şöyle yapmalı böyle yapmalı diyemem. Ama paylaşalım, birlikte yiyelim. Komşularımıza ikram edelim. Ama komşum dinden imandan habersiz anlamaz bre… Sana ne? Sen kurban kesiyorsun diye Cennetin orta yerine mi girdin. Bizi başkalarının inançları neden bu kadar ilgilendirir. Bize yakışan insanlığımızı göstermek ve paylaşmak. Ama komşum çok zengin olduğu halde kurban kesmedi. Sana ne? Zekat vermemek için bahane üstüne bahane arayanlar gibi Kurban Bayramı’nda da etleri ailesi ile yemek için bahane üstüne bahane, lakırtı üstüne lakırtı yapıyor; ayıptır yakışmıyor. Komşun zengin olabilir kurban da kesmemiş olabilir ama sen gereğini yapacak ve ona hakkını vereceksin. Sen bilirsin, ister verirsin ister vermezsin. Ama benim sözüm zaten nezaket ve zarafet sahibi insanlar içindir.
Kokular etrafa yayılarak tek başına komşuna vermeden evde, orada burada, piknikte kavurmaları yap ye, afiyet olsun. Bir parça da olsun karşındakine vermeyi ihmal etmemeli. Paylaşmak sadece Kurban Bayramı’na has bir özellik mi sürekli kurbanlarda dile getirilir onu da anlamış değilim.
Armut yer gibi homurdanan insanları aslında ilk defa otobüste karşılaşmadım. Sonraki yıllarda da karşıma çıktı, şahit olduğum zamanlar çok oldu. Adam lüks bir arabadan indi pardon inmedi, kapıyı açamadı kasıntıdan şoförü koşarak arka kapıyı açtı doğru lüks bir restora girdi. Arkadan gelen şoförü restoranın kapısında dikilmeye başladı. Kendisi içerde yedi içti, ne yaptıysa yaptı; gariban şoför kapıda saatlerce bekledi. Kendi masanda oturtmuyorsan da soförünü çağır o da başka masada otursun yesin içsin. Sadece sen mi tadacaksın dünya nimetlerinden. Saatlerce ayakta patronunu bekleyen insanlar bilirim, patron koltukta oturur keyif sürer, yanındakiler saatlerce ayakta dikilir de adam bir dönüp kardeşim oturun lütfen demez kibrinden yada düşüncesizliğinden. Hayat paylaşmakla daha güzeldir. Havayı, suyu, güneşi her şeyi paylaşmalıyız. Dünya nimetlerini paylaşmak erdemlik, insanlıktır. Bu erdemi gösteren insanlara rastlamak artık çok zordur.
“Böylece kendileri için faydalı olan şeyleri açık seçik görsünler ve Allah’ın onlara rızık olarak verdiği, belirlenen günlerde kesecekleri kurbanlık hayvanlar üzerine O’nun adını ansınlar. Artık onlardan hem kendiniz yiyin hem sıkıntı içindeki yoksulları doyurun.” Hacc Suresi: Ayet:28
“İmkanı olup da kurban kesmeyen kimse, bizim namazgahımıza yaklaşmasın.” Hz.Muhammed. (s.a.v.)
Yukarıdaki gibi birçok ayet ve hadislerde kurbanla ilgili fermanlar var. Kurban Bayramı paylaşmanın başlangıcı, cömertliğin anlamı, insanlığımızın ve Müslümanlığımızın latif lezzetlerini içinde barındırır. Aslında ibadetlerimizin büyük çoğunluğu paylaşmayı öğretir, emreder. Orucumuz, Haccımız, Zekatımız, Sadakamız hepsi toplumsal sıkıntıların giderilmesi için değil midir? Paylaştıkça insanlığımızın anlamı olur.
Yakın zamanda üst düzey kocaman kocaman adamların toplantısında oturuyordum. Ortaya bir tatlı açıldı; adamların elleri tatlıya gidip gidip geliyor. Bu arada arka masada oturan asistan bey arka taraftan bize bakıyor. Dayanamadım, aldım tatlı kutusunu arka taraftaki arkadaşımıza uzattım, çok mutlu oldu. “Abi başkası hiç böyle yapmadı şimdiye kadar.” dedi. Ne diyeyim, güldüm geçtim. Makamınız ne olursa olsun hepimiz insan değil miyiz?
Mütevazı olmalıyız, dünyanın malını kazanırken, insanların kalbini de kazanmayı ihmal etmemeliyiz. Kırdığınız bir kalbin sahibi sizi affedebilir fakat hukukta ki amme davası gibi Allah affetmeyebilir, günü geldiğinde senden o kulun kalp kırma cezasını keserse yapabileceğin bir şey kalmayabilir. Onun için mütevazı olacağız, bir şey kaybetmeyiz. Hareketlerimiz Allah’ın gücüne gider de gün gelir, yüzüne bakmadığın insanın kapısında yatmak zorunda kalırsın.
Bu arada Kurban Bayramı Et Bayramı demek değildir. Ortak girilen kurbanlıklarda sürekli şu kadar et verir bu kadar eti var gibi sözlerden başka bir şey duymuyoruz. Allah için en güzel kurbanı seçmeliyiz diye bir ortaktan duymuş değiliz. İşin aslı bu olmalı, şu kadar et çıkar yerine; “Allah’a en iyisini kurban etmeliyiz.” diyerek kulluğumuzun anlamını arz etmiş oluyoruz. En iyisini Allah için vermek kulluğun kalitesini gösterir. Allah için verdiklerin de aslında senin. Bunun bir idrakine varamadık gitti. Çocukken ağaçları budayan insanları görürdüm; “Bunlarda akıl yok, koskoca meyva ağaçlarının dallarını kesiyorlar.”derdim çocuksu düşüncelerle. Yaşım ilerledikçe gerçeği öğrendim, budanan dalların sonrasında meyve ağacı daha iyi meyve verdiğini öğrenmiş oldum. Şimdi aynen cebimizden çıkan zekat paraları hayır hasenat paraları bizlerin paralarını azaltmıyor bereketlendiriyor. Bunu da bir anlayabilsek keşke. En iyi kurbanı alacağımız yerde; en ucuzunu cılız bir hayvanı Allah için kurban kesiyorum diye kesmemeliyiz. Realite bu olmadığını söylemek isterim.
Bu vesile ile Kurban Bayramımızı en kalbi duygularımla kutluyorum. Bayramımızın sizlere, bizlere ve tüm insanlığa hayırlar getirmesini, dünya mazlumlarının kurtuluşuna vesile olmasını dilerim.