AHİ ANLAYIŞI ve GÜNÜMÜZ MODERN İKTİSADİ ALGI

Ahi teşkilatını duymayan yoktur sanıyorum, ama sadece duymaktan öte bilgimiz yoktur sanıyorum. Ahi anlayışının geleneksel iz düşümlerini hatta gölgesini dahi günümüzde bulmak mümkün değil. İddalı bir cümle fakat gerçek bu. Geldiğimiz moder toplum yapısında, yapılan hayırlar, çalışmalar büyük büyük oranda karşılıksız olmuyor maalesef. Ama kuruluşun adı, hayır kurumu, vakıf ve dernek sadece adı var, kendi iliklerimize kadar sömürülen bir yapı. Toplumuzda incelendiğinde göreceğiz ki, bu cümlelere hak vereceksiniz. Tüm vakıf ve dernekleri kasdetmiyorum fakat, kırk yıl birikimini, idealini paralel devlet yapılanmaya diken oluşuna bakınca, haksız sayılmam. Bir dernek, vakıf, bir kuruluş size yardım ediyorsa, çocuğunuzun eğitimi ile ilgileniyorsa ciddi yatırımların peşinde olduğunu düşünür olduk artık. Eğitimi için verilen çabalar, ülkenin kadrolarına yerleştirildikten sonra pervasızca, alçakça yine bu ülkenin demokratik yapısına, ülkenin meclisine, masum insanlarına, meşru iktidarına, seçilmiş Cumhurbaşkanına kurşun sıkacak neferler (!) diğer bir adı ile alçaklar yetiştirmek içindi tüm çabalar. Akıllı insan, akıllı kanaat önderi kırk yıllık çabayı diğer tabirle bir çuval inciri batırır mı? İnsanları hayal kırıklığına uğratır mı? Gözü dönmüşçesine binlerce ocağın sönmesine razı olur mu? Bu yapı kime hizmet ediyor o zaman? Hayır kuruluşu mu? Vakıf mı? Altaylar’da, Afrikalarda, adı sanı bilinmeyen köylere kadar kolları olan bu yapılanma nedendir? Bu kadar mı vatan sevdası kapladı? Bu kadar mı Türkçe aşkı sardı sarmaladı?

15 Temmuz akşamı hayır kurumları, cemaat, dernek ve vakıf adına yapılan paralel çapsızların hedefleri kırk yıllık bir rüya olduğunu sonradan gördük.

Tarihimizde buna benzer zamanımızın sivil toplum kuruluşları diyebileceğimiz Tekkeler de var. Bu yapılanma nasıldı? İhanet için kırk yıl beklediler mi? Biraz tekkeleri tanımak istedim…Bu vesile ile aşağıdaki makalemi paylaşmak istedim.

Tekkeler içtimai hayatın tüm yönlerine rehberlik ettiği gibi iktisadi, ekonomik yönden de toplumu şekillendirmiş, tekkelerden yansıyan ekonomi, iktisat ile ilgili düşünceler halkın yaşantısına girmiştir.

Bugün sınırlı olan kaynakların, sınırsız olan insan ihtiyaçlarını karşılayabilme olarak ifade edilen iktisada karşı tekke, israfın haram olduğu bilgisini, zühdi yaşantıyı sunarak insanların sadece dünyalık madde için yaşamasının önüne geçmiştir.

Tekkelerin iktisadi hayatta en önemli yeri Ahî ve fütüvvet teşkilatları almaktadır.

            Fütüvvet teşkilatı İslâm’ın ilk yıllarında gençleri mert, yiğit, atılgan, cömert, bilgili, becerikli yetiştirme gayretiyle sanatkar ve zenaatkarların bir araya gelerek oluşturdukları dini iktisadi organizasyonlar olarak karşımıza çıkar.

Fütüvvet, fedakârlık, iyilik ve yardımda bulunmak hoşgörü, nefsinin esiri olmaktan kurtulmayı başarmış, başkalarını kendine tercih etme gibi üstün ahlâki özelliklerini gören ve takdir eden Abbasi Halifesi Nâsır Lidinillah, fütüvvet ehli için ilk teşkilatı kendisi kurmuştur.[1] Bununla beraber  XII. yüzyılda başlayan Moğol istilası sonucu Anadolu’ya göçler ve akınlar nedeniyle gelenler arasında esnaf ve sanatkarlarında olması neticesinde fütüvvet teşkilatı ve anlayışı Anadolu topraklarına girmiş oldu.

Fütüvvet teşkilatı Anadolu’da esnaf ve sanatkarların iş bulabilmeleri, sanat ve ticaretlerini ahlâki değerlere paralel olarak yapabilmeleri, malın kalitesinin korunması, ticaret erbabının korunması, üyeleri arasında sevgi ve dayanışmayı sağlamakla beraber, gerektiğinde ülke savunması için hazır vaziyette duran özel de İslâm iktisad hayatının müesseseleşmiş şekliyle Anadolu’da Ahi teşkilatları adını almıştır.

Ahiler ıssız dağ başlarında, kavşak noktalarında, memleketin en işlek yolları üzerinde zaviyeler kuruyorlar, ticari hayat bundan dolayı kolaylaşmış ve teminat altına alınmıştı, bu vesile ile ülkenin iktisadi hayatına katkıları olmuştur.

Ticaret erbabı  esnaf ve sanatkarların her zümresi ahilerin açtıkları zaviyelerde, her sanat ve esnaf teşkilatının o mesleği iyi bilen lideri etrafında toplanıyorlar, bu liderler bazen şeyh olabileceği gibi bazen de alanında uzman esnaf oluyordu. Ahi lideri, esnaf ve sanatkarların dini ve manevi eğitimi ile de ilgileniyor, gündüzleri çalışan esnaf ve sanatkarlar akşamları da teke ve zaviyelerde dini ve manevi eğitimlerini bir şeyhin kontrolü altında şeyh mürid ilişkisi içerisinde eğitiliyor, ahiler gönülden bağlandıkları liderlerinin telkinleri, eğitimleri, terbiyeleri sayesinde işlerine kutsiyet katarak çalışıyor, çalışmalarının neticesinde sundukları günümüze örnek teşkil edecek şekildedir. Ahilerin çalışma düzenleri, ahlak kural ve kaideleri fütüvetnamelerle belirleniyor, bu fütüvvetnameler de kaynağını tasavvufi prensiplerden, dolayısıyla Kur’an ve sünnetten alıyordu.

Fütüvvetnamelere göre Kafirler, içki içenler, kasaplar, cerrahlar,avcılar teşkilata kabul edilmiyordu. Mesleğe girenler fakat daha sonra da içki içenler, zina edenler, münafıklık yapanlar, buğuz ve kin tutanlar, yalan söyleyenler, sözünde durmayanlar, emanete ihanet edenler, kumar oynayanlar, kalitesiz mal üretenler ahilikten çıkarılıyorlardı. Prensipleri, cömert ve ahlaklı olmayı, namazını kazaya bırakmamayı, ilim sahibi olmayı gerektiriyordu. Bu özelliklere sahip ahilerden oluşan esnaf ve sanatkarlar yaptıkları işi insanlardan önce Allah’a beğendirmek düşüncesi ile hareket ettikleri için ortaya koydukları ürünler sağlam, kaliteli, hilesiz oluyordu.

Görüldüğü gibi fütüvvetnameler dini edep, adab kitabı neteliği taşıyor, çünkü, bu medeniyette, dini hayat ile dünya hayatı, cami ile atölyeler birbirlerinden kopuk, farklı unsurlar olarak görülmezler, bu müesseseler birbirlerini tamamlayan, birbirlerine destek olan müesseselerdir.[2]

Ahiler, iktisadi teşekkülleri organize etmenin yanında Anadolunun en ücra köşelerinde, ıssız bölgelerde kurdukları zaviyelerle bölgenin güvenliğini sağlamış, ticaretin ve seyahatin güven içinde yapılmasına  yardımcı olmakla birlikte, buralara açtıkları zaviyelerin etrafına yerleşen nüfus sayesinde köyler kurulmuş, buralar ilim, kültür, ve iktisat merkezleri haline dönüşmüştür.

Ahi teşkilatları gelişen sosyal olaylar sonucu, esnaf ve sanatkarların da gayri müslim esnaf ve sanatkarlarla toplanıp, konularının tartışılması isteği nedeniyle tekke ve zaviyelerden başka Lonca denilen yerlerde toplanmaya başladılar. Loncalardan önce Ahilerin yönetimi tekkelerden oluyordu. Tekkeler dışına çıkıldığında ise, uzun yıllar sürdürdükleri geleneklerde de değişiklikler görülmeye başlandı.

Esnaf teşkilatları zaviyelerden loncalara taşınmakla fütüvvet anlayışlarında fazla değişiklik olmamış, yine ahiler tasavvufi hayatı yaşamaya devam etmişler.

Ahiler, lonca teşkilatları tasavvufla iktisadı, tarikatla esnafları, zanaatkarları birleştirerek bugün hayal bile edemeyeceğimiz örnek esnaf kuruluşlar olarak, ekonomiden siyasete, askeriyeden devlet kuruluşlarındaki faaliyetlere kadar oldukça geniş sahada tesirli olmuşlar ve sosyal barışa önemli ölçüde katkıları olmuştur.[3]

“Günümüzün maddeci, kapitalist anlayışı yüzünden nice değerlerimiz kaybolup gitti. Tarihimizi oluşturan eşsiz  kahramanlar, okuduğumuz tarihi büyüklerimizin hayat felsefesi, şahsiyetlerinin ana karakteri, bu fütüvvet kavramında saklı. Tarihimizin ruhu bu kavramın manasında saklı ve bugün bu anlayışa, bütün toplumla beraber esnaflar ve sanatkarlarımız ne kadar muhtaçtır.”[4]

 

 



* Cemal Gökgöz, Osmanlı Toplumunda Sivil Toplum Kuruluşları Makalesinden

[1] Mustafa Necm, Semerkand Dergisi, mayıs 1999 s.10,11

[2] Mustafa Kara, Semerkand Dergisi, şubat 2000, s.28

[3] Ömer Lütfi Barkan, a.g.e. s.279-305, Mustafa Kara, a.g.e. s.121-132,Hasan Kamil Yılmaz, a.g.e. s.277-281, Ahmet Akgündüz-Said Öztürk, Bilinmeyen Osmanlı, Osav, ist.1999 s.350-351, İbn-i Battuta, a.g.e. s.204-236, Mehmet Demirci, Türkler, Yeni Türkiye yay. Ank.2002 cilt.5 s.496-497, M.Saffet Sarıkaya, Osmanlı, Yeni Türkiye yay. Ank. 1999 cilt 4, s.393-399, Osman Türer, Osmanlı Yeni Türkiye yay. Ank.1999, c.4, s.381-383, İrfan Gündüz, Osmanlı, Yeni Türkiye yay. Ank.1999 c.4, s.479-483, Hasan Küçük, Osmanlı Devletini Tarih Sahnesine Çıkaran Kuvvetlerden Bir: Tarikatlar ve Türkler Üzerindeki Müsbet Etkileri, Türdav basım yay. İst.1976, s.224-231, Ahmet Topal-Kamil Çolak, Osmanlı, Yeni Türkiye yay. Ank.1999 c.4 s.403-408

[4] Mustafa Necm, a.g.d. s.9

 

Loading