TEKKE-PADİŞAH / SARAY İLİŞKİSİ

İslâm Tarihi boyunca büyük sufiler, şeyhler topluma ışık tutmakla birlikte toplumdaki yeri, konumu, insanların aşırı muhabbet beslemesi itibariyle Sultanların dikkatini çekmiştir. Sultanlar bu zatların nüfuzundan yararlanmak, dualarını almak maksadı ile saraya davet etmişler, gerektiğinde tekkelerde kendilerini ziyaret etmekten çekinmemişler. Şeyhler İslam Dini’nin yaşanması,hakkı ve adaleti tavsiye bakımından sufilerine, diğer insanlara, yeri geldiğinde padişaha nasihat etmekten çekinmemişlerdir.

İslâm toplumunda herkesin gönlünde sevgi ve hürmetle yer ettiği bu zatlardan Hasan Basri (ö.728) Emevi Devletinin başkanlarından dindar, adil Ömer bin Abdülaziz’e yazdığı “Bu dünya bir yılana benzer, dokununca yumuşaktır, ama zehiri öldürür. Onda sana zevk veren ne varsa bir yana bırak…”[1] diye devam eden uyarıcı mektubu şeyhin, devlet başkanı yanındaki konumunu ifade bakımdan önemlidir.

Bu durum Selçuklu ve Osmanlı devletinde de Padişah-Şeyh münasebeti akrabalık derecesinde yakınlık arz eder.

Moğolların istilaları nedeniyle Anadolu içlerine doğru göç eden sufiler, dervişler, şeyhler yerleştikleri yerleri imar ve iskan ediyor, ıssız yerlere köyler, kasabalar kuruyor, toprak açıp bağ bahçe yapıyor, değirmenler inşa ediyor, buralarda tekke ve zaviyeler inşa ederek, bu bölgeleri yaşanabilir hale getirip şenlendiriyorlardı. Tekke ve zaviyeler vasıtasıyla yaptıkları faaliyetler dolayısıyla[2] Selçuklu hükümdarlarının takdirini ve beğenisini kazanıyorlardı.

Osmanlı devletinde kuruluşunda da şeyhlerin önemli rolleri olmuştur. bütün padişahlar Tarikat şeyhleri ile yakın ilişki içinde bulunmuşlardır. Osmanlı da Şeyh Emir Sultanın başlattığı, adeta “padişahlık mazbatası”hüviyetini kazanmaya vesile olan  dualarla“Kılıç kuşanma” merasimi tarikat şeyhlerinin ne kadar nüfuzlu ve kabul gördüğünün delilidir. Fatih Sultan Mehmet’in Şeyhi Akşemseddin (863/1459) tarafından Eyüp’te Eyyüb El Ensari’nin huzurunda kılıç kuşanma burada devam etmiştir. Çünkü Padişah, padişahlık salahiyetine sahip olması ancak Şeylerin eli ile kuşatılan kılıç ile fiilen ilan ediliyor, aksi halde padişahlığı geçersiz sayılıyordu.[3]

Osmanlı Devletinde üst düzeyde, saray çevresinde rağbet gören Anadolu Selçuklu Devleti zamanında kurulan Mevlevilik ve Bektaşiliği görüyoruz. Osmanlı Devleti’nin fikir dünyasında önemli etkileri olmuş, Mevlevilik saray çevresinde ve padişahın şahsında önemli etkileri görülmüş, Bektaşiliğin önemi ise Osmanlıdaki Yeniçeri Ocağı’nın kurulmasına yardımcı olması ve yeniçerililerin tamamına yakını Bektaşi dervişleri olmasından kaynaklanır. Önceleri Bektaşi dervişleri sultanın yanında savaşa katılır, Hacı Bektaş Veli’nin müridleri Osmanlı kuvvetleri arasında önemli yere sahipti. Bektaşiliğin müsamahalı olarak görülmesi tarikata bakış açısını ileride zedelenmesine vesile olacaktır. Nitekim birçok İslâm’ın ruhuna aykırı şii inancı, görüşleri ve temayülü gibi nedenlerle Bektaşilik Tarikatı II. Mahmut tarafından 1826’da kapatılmış, bunun bıraktığı boşluğu Nakşibendi Tarikatı doldurmuş ve Nakşibendi Tarikatı da bununla beraber saray  çevresi ve bürokraside etkili olmaya, taraftar kazanmaya başlamıştır.[4]

Osmanlı devletinin kuruluşunda Osman Gazi gördüğü rüya üzerine Şeyh Edebali’nin kızı ile evlenmesi[5] padişah şeyh yakınlaşmasının boyutu gösterir.

Orhan Gazi de tasavvuf  büyüklerine hürmette kusur etmemiş, zamanın meşhur şeyhi Geyikli Baba’yla tanışmak için kendisini davet etmiş ve duasını almıştır.[6]

I.Murat kendisi ahi olmadığı halde ahi lideridir, ahilere ilgi göstermiş, bununla beraber herkesin kendisine veli olarak bildiği padişahtı.[7]

Osmanlı sultanı Yıldırım Beyazıt Emir Sultan’a farklı bir teveccüh göstermiş, kızı Hundi Hatun’u Şeyh Emir Sultanla evlendirmiş, bu evlilik tasavvuf erbabı ile yakınlaşmaya vesile olmuştur. Yıldırım Beyazıt döneminde Timur’la yapılan Ankara Savaşı (1402) sonunda yaşanan fetret devri döneminde de devletin toparlanmasında şeyh ve dervişlerin padişahın yanında olmasının etkisi vardır.[8]

Bunun yanında Emir Sultan II.Murat zamanında İstanbul fethine (1422) müridleri ile birlikte katılmıştır. Bu da gösteriyor ki tekke ve zaviyelerdeki şeyh ve müridler yeri geldiğinde Padişahın ordusuna takviye kuvvet oluyorlar. Padişah II.Murat’ın, Hacı Bayram Veli’nin müridlerinden vergi almayacağını belirtmesi, tarikat şeyhlerine muhabbetini ve saygısını göstermesi açısından önemlidir.

Padişah Fatih Sultan Mehmed de tasavvufa meyli ve şeyhlerle münasebeti çok açık şekilde görmek mümkün. İstanbul fethi sırasında zamanın büyük şeyhlerinin ve sufilerin savaşa katılmalarını istedi. Akşemseddin (1390-1459) ile beraber birçok şeyh, sufi de kuşatmaya katılarak orduya moral gücü oldular. Fetih için dua ordusu oldular, Fatih’e yakınlığı ile bilinen Akşemseddin göz yaşları ile çadırında elleri duada idi. Fatih tasavvufi hayatın içinde olmayı defalarca söylemiş Akşemseddin;“Sultanım! Eğer siz tasavvufa intisab ederseniz ondan aldığınız lezzet sebebiyle devletin ve milletin işlerini ihmal edersiniz. Böylece adalet ortadan kalkar. Sultanım!  Devlet ve millet ehliyetsiz kişilerin eline kalır, ülke perişan olur, sizin devletin başında olmanız bizim sufimiz olmanızdan daha hayırlıdır.”  cevabı tarikata bakışı ifade etmesi açısından önem arz eder.[9]

  1. Beyazıt, veli diye anılır, ibadete çok düşkünlüğü ile bilinir, sufilerle kuvvetli ilişkileri vardır. Kanuni Sultan Süleyman Celvetiye Tarikatının Şeyhi Üftade (1490-1580) Hz.’lerini sohbet etme imkanını elde etmek için İstanbul davet etmiş ayrıca yüzden fazla şeyhle görüşüp, sohbet ettiği ve Nakşibendiyye, Halvetiyye, Bayramiyye, Mevleviyye tarikatlarından ders aldığından bahsedilir.

Devrin büyük velisi Aziz Mahmud Hüdayi hayatı boyunca III.Murad, III.Mehmed, I.Ahmed, II.Osman, IV.Murat gibi padişahlarla sohbet etmiş ve nasihatlarda bulunmuştur. II.Selim ve I.Ahmet zamanında Saray’da Mevleviliğin etkisi vardı.III. Selim, Şeyh Galip’in İstanbul’daki Mevlevi tekkesini tadilat yaptırdığı ve sık sık ziyaret ettiği kaydedilir.[10]

Tüm Osmanlı padişahları şeyhlerle yakın muhabbet içinde olduğu gibi hepsinin de en az bir tarikata girip intisap etmişlerdir. II.Abdulhamid Han da şeyh ve dervişlerle yakınlığı arttırmış, bu dönemde tekkelerin faaliyetlerinde gözle görülür bir canlanma olduğu hatta II.Abdulhamid Han’ın Şazeli tarikatına mensup olduğu öne sürülür. Bir çok padişahın veli olduğundan bahsedilmekle beraber II. Abdulhamid’in de dönemindeki velilerin kutbu olduğunu da belirtenler olmuştur. Sultan II.Abdulhamid diğer İslam ülkelerindeki Müslümanların hilafetle ilişkilerin sağlamak için Şeyhleri ve dervişleri görevlendirdiğini hatıratlarında şöyle söyler:  “…Hilafet mevzuunda İngiliz teşebbüslerinin sonu gelmiş değildir. Çünkü Asya’da yüz elli milyon Müslümanı idareleri altında tutuyorlardı. Bu Müslümanlar üzerinde Hilafetin büyük bir nüfuzu vardı. Bunu bildiğim için İngilizleri kuşkulandırmadan, her ihtimale karşı , Seyyitler, Şeyhler, Dervişler gönderip Asya’daki Müslümanları Hilafete manen bağlamaya hususi itina gösteriyordum. Buharalı Şeyh Süleyman Efendinin Rusya’daki Müslümanlar arasında yaptığı hizmetleri bilhassa şükranla yad ederim.[11] Görüyoruz ki şeyhlerle, dervişlerle sadece sohbet etmemişler, yeri geldiğinde padişahın isteği ile elçilik görevlerinde bulunmuşlar.

Osmanlı Sultanları hayatının bütününde tasavvuf kültürü ile yetişmişler, bu kültür şahsi hayatlarında gördüğümüz gibi devlet yönetimine taşıdıkları görülür.[12]

Bundan dolayı tekkeler devlet adamları ile halkı, ulema ile halkı, devlet adamı ile şeyhin bütünleşmesini sağlayarak toplumsal çatışmayı ve sınıf faklılıklarının önüne geçmiş “İslâm, mutasavvıf-ulema-devlet-millet bütünleşmesini sağlayarak ülkeyi yek-vücut hale getirebilmişler, Böylelikle Osmanlı toplumunu ideal bir toplum özelliği kazandırmıştır.” [13]

 

 

[1] Erol Güngör, İslâm Tasavvufunun Meseleleri, Ötüken yay. İst. 1982 s.176,177

[2] Ö.L.Barkan, a.g.e. s. 297

[3] İrfan Gündüz, a.g.e. s.473,478, M.N.Bardakçı, a.g.e. s.456

[4] Irene Melikoff, Osmanlı, Yeni Türkiye yay. Ank. 1999 c.4, s.385, M.N.Bardakçı, a.g.e. s.458,459,

Ekrem Işın, Osmanlı, Yeni Türkiye yay. Ank.1999, c.4, s.456

[5] Ö.L.Barkan, a.g.e. s.286-287

[6] Mehmet Necmeddin Bardakçı, Türkler, Yeni Türkiye yay. Ank.2002, c.7 s.450

[7] M.N.Bardakçı, a.g.e. s.455

[8] İrfan Gündüz, a.g.e. s.472, M.N.Bardakçı, a.g.e. s.456

[9] M.N.Bardakçı, a.g.e. s.456,457

[10] Reşat Öngören, Osmanlı, Yeni Türkiye yay. Ank.1999, c.4 s.487, M.N.Bardakçı, a.g.e. s.450

[11] İsmet Bozdağ, Sultan Abdülhamid’in Hatıra Defteri, Pınar yay, İst.1992 s.73

[12] M.Kara, a.g.e. s.168

[13] Mustafa Öcal, a.g.e. s.151

Loading