BİR RAMAZAN ESİNTİSİ
Bir Ramazan Esintisi…
Yeryüzünün en akıllı ve en güzel varlıkları insan olma şerefi sevinme önceliğimiz sonrasında İslâm şemsiyesi altında olmak ikinci sevincimizdir. Bu sevincimiz Ramazan aylarında daha da artar. Bir özlem gelişir dimağlarımızda, bir koku gelir tütsü gibi uzak diyarlardan, yönünü, kokusunu bilmediğimiz tarif edemediğimiz sevinç kaplar Ramazan aylarında. Ritüelleri yapanda yapmayanda aynı atmosferde, aynı duyguları yaşarlar. Bu yaşam kendi becerimizden, kendi kaabiliyetimizden kaynaklanmıyor elbette. Yüce Allah’ın bizlere ikramı olduğunu biliyorum.
Türk İslâm Medeniyeti kurmuş ve kuşaktan kuşaklara büyüyerek devretmiş bir toplumun mensupları olarak düşünüyorum da şu an gelecek kuşaklara hangi kültürümüzü, medeniyetimizi devredeceğiz. Yüzyıllar öncesinde yapılmış Sultanahmet Camii, Süleymaniye Camii, Fatih Camii, Medreseler, Hanlar, Hamamlar, kültür sanatın, edebiyatın, estetiğin, zerafetin, insanlığın ve huzurun mirasçıları bizler şuan ne bırakacak toplum olarak, insanlık olarak, bölge olarak herşeyde geri kalmayı başarmış bir toplum.
Kıl, tüy ile uğraşana kadar estetikle, sanatla ilgilenseydik çok daha farklı bir toplum içinde yaşıyor olacaktık. En son on yıl önce gördüğüm biri tanıdığım bir vesile ile karşılaştık bana söylediği ilk cümle, selam ve kelamdan önceki ilk cümlesi “Bu ne hal. Bak işte bu olmadı. O saçlar ne? “ Nasıl olmam gerikiyor dediğimde; “ Benim gibi ol. Eskisi gibi kendin ol.” Ben zaten kendimim, kendimdeyim. Algımız, anlayışımız, kültürlümüz, cahilimiz daracık dünyamız işte bu yüzyılda biziz.
Estetik ve sanat ile süslü yaşam merkezlerimizden, şehirlerimizden adeta rahatsızlık duyar gibi tarih ve sanat kokan alanlarımızı rezidanslarla, AVM’lerde çevirmiş nefes alamaz hale getirerek adeta onları tarihe gömelim dercesine yaşanmaz hale getirmişiz.
Beşyüz yıl önce çevre düzenlemesi ve temizliği için kanunlar, fermanlar yapan toplum 21 yüzyılda kendisi ve çevresi ve toplumu ile kokuşmuşluklar yumağında yuvarlanır olduk. Herşeyimiz basit, sanattan ve estetikten yoksun halde. Akan suyumuzu su kemerlerinin ihtişamı ve estetiği ile değil, plastik boruları ısıtarak birbirine geçiriveriyor evlerimize düşeyerek, plastik kokulu sularımızla mutlu oluyoruz. Mahallemiz, evimiz, merdivenlerimiz, kapılarımız, pencerelerimiz, çocuğumuz, gencimiz, yaşlımız yazı yazdığımız kalemden ipliğe her şeyimiz basitlik içindeyiz.
2014 yılında yine İstanbul’da Ramazan ayında selâtin camilerimizden birine girmiştik. İçeriden bayıltıcı bir koku yayılıyor. Ayak, çorap ve ter kokusu. Namaz kılmadan dışarı çıktık ve başka camide namazımızı kıldık. Allah aşkına nasıl bir haldeyiz. Temizlik imandan gelir düstürü bizim, Oku düsturu bizim. Ama cahil olan biz, pis olan yine biz. Hergün banyo yapmak yetmez. Kaliteli ve çevreyi rahatsız etmeyecek parfümler, koltuk altı stickleri kullanmalıyız. Elbiselerimiz uyumlu ve temiz olmalı. Anneannemizin, babaannemizin ördüğü kazak, ve yelekle hala geziyoruz. Heryerimiz ve herşeyimiz tertemiz ve pırıl pırıl olmalı. Gavur dediğimiz insanlar ibadethanelerine gelişlerini hiç mi görmediniz?
İslâm Dini’nin temizliğe ve sanata verdiği önemi bildiğimiz halde neden sus pus bir toplumuz. Neden otobüste, trende, parkta bahçede ter kokarak gezilebiliyor. Camilerimize kirli çoraplarla özentisiz ve basitlik içinde neden giriyoruz. Hiç bir kişinin bahenesi olamaz. Günlük sigaraya verilen parayı kendi bakımımız için vermiyoruz.
Avrupalı bir grup gezdiriyordum. Gezimizin bitiminde gruptan bazı kişilerin geri kaldığını gördüm. Döndüm ve neden geri kaldığını merak ettim. Yeni doğmuş iki kedi yavrusu ile ilgileniyorlar ve fotoğraf çektiriyorlardı. Grubun yetkilisine; “Bunlar hiç mi kedi görmedi?” Bana verdiği cevap tokat gibiydi. Avrupadan gelen o grubun ülkesinde bir tane kedi ve köpek dışarıda başı boş gezmediğini ve burada başı boş gezen kediler çok dikkatlerini çektiklerini söyledi. Yaşadığımız şehrimizde sokaklarımız, caddelerimiz sahipsiz hayvanlarla dolu. İnsanların sokakta kalmadığı, hayvanların başıboş gezmediği, aşlarının, işlerinin olduğu, mutfaklarının kaynadığı bir ülke özlüyorum. Emeklilerimizin dünyayı gezebildiği, hastanelerimizin bomboş olduğu, hapishanelerimizin boşaldığı huzurun ülkesini özlüyorum.
Ekmeği bile ağız tadı ile yiyemiyoruz, bin bir türlü katkı maddeleri ile yapılıyor. Yediğimiz, içtiğimiz herşey zehir. Ne oldu bize ve toplumumuza? Bizi kim zehirledi? İşini iyi yapan ve dürüst insan bulmak samanlıkta iğne bulmak kadar zorlaştı. Ne oldu bize? Bizden alışveriş yaptığın yeter karşı komşumuz siftah yapmadı diğerlerini ondan alın diyen esnaftan, komşusundan alış veriş yaptığını gören esnaf sana surat asar hale geldi. Ne oldu bize? Bize ne oldu?
Sabahları yerlere bakmadan yürüyorum. Bir gün dengemi kaybedip düşmekten korkuyorum. Yürüyüş yollarımıza insafsızca tükürmeler vs. Gözlerimi geniş bakmaktan korkuyorum, her yer kalabalık beton yığınları ile dolu. Herkes kafasına göre bina yapmış. Biri sağa bakıyor üç katlı, diğeri sola bakıyor beş katlı, diğeri karşısındakinin güneşini kapatmış on katlı. Göz zevki yok, mimari estetikten yoksun mahallelerimiz. Nasıl düzeleceğiz, bizi kim düzeltecek? Yüksek gecekondularda yaşayanlar apartmanda yaşadığını sanıyor zavallı. Kendini kandırıyor yüksek gecekondularda otururken.
Geçtiğimiz günlerde karşı sırada iki apartman var (yüksek gecekondu). Gece geç vakitte pat pat sesler duydum. Balkona çıktığımda iki apartmanda belirli saatlerde hiç aksatmadan birinci kat, ikinci kat ve üçüncü kattan çöplerin aşağıya atıldığını gördüm ve çöpleri balkondan aşağıya atma işlemi sürekli yapılıyor. Medeni ve şehir hayatından uzak yobazca bir yaşam. Kendini düzeltemeyenleri kim düzeltecek? Medeni ve şehir hayatına ayak uyduramayanlar hakkında bir düzenleme, düzeltmeler ne zaman yapılacak? Kim yapacak ki? Şehirlerimizde gecekondu ve yüksek gecekondu dediğim cibiliyeti bozuk binalara onay verenler mi? Toplu bir değişim ve yeni bir yaşam çağına girmemiz gerektiğini anlıyorum. Her bakımdan reforma ihtiyaç duyulduğunu görüyorum.
Şahsımız, toplumumuz, evimiz, caddelerimiz, sokaklarımız, şehirlerimiz ve ülkemizi kapsayan topyekün bir seferberlik yapılması gerektiğinin aciliyeti olduğunu görüyorum. Mahalleler, sokaklar, şehirler can çekişiyor imdat çığlıklarını görmeyen körler, duymayan sağırlar var. Çok büyük değişime ihtiyacımız var çok büyük.
Hz. Muhammed (s.a.v) şöyle buyurmuşlardır: “Bana dünyadan üç şey sevdirildi. Kadın, güzel koku; namaz ise benim gerçek göz aydınlığım[1].” Güzel koku derken, baş ağrıtan saçma sapan sürülen kokular değil, gerçekten güzel kokan ve etrafını rahatsız etmeyen kokulardan.
Ah eski Ramazanlar diye her yıl hayıflanır dururuz. Ah eski insanlık, ah eski mimari, sanat, eski İstanbul evleri eski diyerek hayıflanmak yerine; mimarisi, kültür sanatı ile toplumu ile yeni medeniyete doğru adım adım…
Topyekün bir değişim.
Vesselam…
[1] Nesâî, işretü’n-nisâ 1; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, III/128, 199, 285.