YENİ YILA GİRERKEN
Günler geçti, belki birçok şey geri gelmeyecek bir daha ulaşamayacağız. Bitmeyecek sandığımız takvim yaprakları bir bir azaldı, hepsi geçmişte kaldı. Bize de biraz hüzün biraz mutluluk kaldı.
Geçen zamanı geride bırakırken yeni bir yıla umutla adım atmanın yanında son yıllarda yeni yıl kutlamaları inanılmaz cümbüşü ile geçmeye başladı. Bu kutlamalara bakıldığında farklı bir kültürün, hakim kültüre sezdirilmeden empoze edilişini hissetmiyor değiliz.
Türk Cumhuriyetlerinden bir arkadaşım kendi yılbaşı şenliklerini aktarırken, yılbaşı geceleri tüm aile fertlerinin bir araya geldiğini, hediyeleştiklerini, noel ağacı süslediklerini, o gece kırmızı beyaz kukuleta takarak geçirdiklerini fakat Türkiye’de böyle kutlamalardan uzak kalmasının hüznünü yaşadığını, biraz da gözleri dolarak anlatmıştı birkaç gün önce ve uzun yıllar Sovyetlerin hakimiyetindeki Türk Cumhuriyetlerindeki kültür yozlaşmasının ürünü olarak görmemekte, Müslüman kimliği ile bağdaştırabilmekteydi. Bunu üzüntü ile görmüş olmanın yanında, bizim ülkemizde de hakim kültürle birlikte, noel şenliklerini, noel babaları, evlerimizin baş köşesine kadar giren noel ağaçlarını görmek mümkün artık.
Türk Cumhuriyetlerindeki yılbaşı kutlamalarında noel etkisini, Sovyetlerin derin siyasi, kültürel etki ve baskısına bağlamak mümkün olabilir. Asıl bizi düşündüren, üzerinde durulması gereken, önemli bir nokta, tarih boyunca hiçbir ülkenin güdümünde ve sömürgesinde yaşamamış olan köklü bir tarihe sahip ülkemizde yılbaşı kutlamalarındaki noel figürlerini benimsemiş olmamız şaşırtıcı değil mi?
Aslında Hristiyan dünyasında şimdiki noel kutlamaları, pagan kültürün etkisi olduğunu biliyoruz. Hristiyanlık dini inancına sonradan katılan kutlamaların bidat[1] olduğu iddiası yaygındır. Yani noel kutlamalarının aslı Hristiyanlıkla dahi ilgisi yoktur diyebiliriz. Hristiyanlık öncesi Avrupa da yaygın pagan kültürden gelen inanışın devam ettirilmesi desek yanlış söylemiş olmayız. İslam litaratüründe karşılığı putperest, müşriklik, Hristiyanlık’ta karşılığı ise pagan olarak ifade edilir, tek tanrıya değil, putlara inanıştır.
Noel ağacı da pagan geleneğinden gelir, ne Hz.İsa nede Hristiyan inancın kabulüdür. Avrupalı putperestler tarafından yaygın olan ağaca tapınmanın bir ifadesidir. Avrupa Hristiyanlığa geçişle birlikte noel kutlamalarındaki noel ağacını da benimsemiş ve ritüel hal almıştır.
Noel babanın önceleri yeşil beyaz[2] olan kürkünün renginin, kırmızı beyaza dönüştürülmesinin ardında Coca Cola firmasının ticari kaygısını biliyoruz da, aslen Antalya Kale ilçesinde 4.yüzyılda yaşadığı inanılan şirin sakallı noel babanın, sıcak iklimde kaküle, kürk giymesini anlamış değiliz.
Yılbaşı geceleri bir şekilde dünyada kutlanırken, eskiden tek kanallı televizyonlarda, akşamdan hazırladığımız kuruyemişlerin eşliğinde beklide artık olmayan sobaların üzerinde kestane pişirmekten öteye geçmeyen yeni yıl gecelerine ne oldu da, bu şekilde noel babalar, noel ağaçları bu derece benimsenir oldu?
Yılbaşı kutlamalarındaki noel figürlerini benimsemiş olmamız şaşırtıcı değil mi?
Eskiden İstanbul sene başı olarak Muharrem ayının birinci gününü tanır ve çil paralar alınıp verilir, nole ağacı, noel baba, noel yortusu gibi adetlerden Hristiyan sakinleri dahil, İstanbul ciheti haberdar değildir.[3]
Önceleri Müslüman ekseriyeti ile birlikte İstanbul halkı yılbaşı kutlamaları anlamında hiç bir şeyin farkında değil buna istinaden dini ve mali takvimine göre iki yılbaşımız vardı.
Senenin başı Muharrem ayı idi, Kanuni ay ise maliyecilik açısından mali yılbaşı ve Martın biriydi. Bu yıl başları kutlanmaz mıydı? Elbette kutlanırdı Muharremin birinde Sarayda padişah tebrikleri kabul etmenin yanında çil çil çeğrek altın dağıtırdı. Mali yılbaşı olan 1 Martta ise balıkhanede kurbanlar kesilir, dualar okunurdu. Şimdi kutlanan yılbaşlarından İstanbul halkının habersizdi sadece bankalar ertesi gün kapalı olduğunu ifade ederler. Museviler ise asla bu gün yaptıkları gibi Frenklerin yılbaşlarını kutlamaya hiç yanaşmazlardı.
Noel seremonilerinden gayrimüslimlerin dahi habersiz olduğu kutlamalar adetler ülkemize ne zaman girmiştir?
Mütareke yıllarında, Haraşo[4]da denilen Beyaz Rus akınları İstanbul’a gelmeye başladıktan sonra yılbaşları ve gece saat onikiye geldiğinde limandaki vapurların düdük sesleri ile cümbüşe katılmalarını o yıllarda görüyoruz.
Aslında bizim yılbaşı gecelerini kutlamaya alışmamıza sebep Beyoğlu’ndaki haraşoların payı çok büyüktür. Refik Halid Karay derki:
“… bir akşam üstü Tünele binmiştim; içeriye bir düzineden fazla genç endamlı, çoğu sarı saçlı, pürüzsüz tenli, gözleri harikulade mavi kadınlar hücum etti. Şaşırıp kaldık! Nereden inmişti bunlar? Göklerin kaçıncı katından? Meğerse Odesa’dan gelen bir vapur limanda indirmiş, Cennetten değil, kızıl cehennemden geliyorlar, canlarını zor kurtarmıştı bunlar…”
İstanbul halkı işgal yıllarında yabancı orduların askerleri tarafından tertip edilen yılbaşları eğlencelerini ilk defa bunlarla kutlamıştır. Şu bir gerçek ki ülkemizdeki adetlerimiz, eğlence geleneğimiz bu tarihlerden sonra sarsılmış, Beyaz Rus –haraşo- akını İstanbul’un eğlence tarzının değişmesinde öncü olmuş ve izleri günümüze kadar büyük bir hızla devam eder.[5]
Hiçbir Türk evinde Noel ağacı, yılbaşı sofrası gibi icatlar olmadığını, böyle şeyleri Beyoğlu halkı yapar, Müslüman halkta seyirci kaldığını, ninelerimizin eğlencesinin tavla, iskambilden öteye geçmediğini görürüz[6]
Birinci Cihan Harbinden evvel, bizde yılbaşı kutlamasını görmek ve ailelerle beraber şenliklerle karşılamak mümkün olmadığını, bunun sebebinin tek yılbaşımızın olmadığını Miladi yılın yanında Hicri yılbaşının başlangıcında Hüzne kapılır Muharrem ayının onuncu günü yapılan Aşuralar üzüntümüzü gidermeye kafi gelmezdi. Bizler hicri yılbaşına hüzün ve matemle ve gözyaşları ile girdiğimizi, bunun yanında birde Rumi yılımızın olduğunu bu yılın başlangıcında hiçbir fert ve ailenin bu yılı kutladığını şahid olunmamış, bu yılların birincisi olan hicri yılbaşı uhrevi, ikincisi dünyevi idi. Bu sebeple ülke insanının üçüncü yılbaşı olan miladi yılbaşında da felekten bir gün çalındığı görüldüğünü ifade eder Çamlıbel üstad.[7]
Cumhuriyetin ilk yıllarında batılılaşmanın verdiği sarhoşluk armonisinin etkisi ile kutlamaya başladık yılbaşı gecelerini. Gökhan Akçura’nın dediği gibi, Hz. İsa ve İncil’in yasaklarına karşın dünyanın her yerinde şen şakrak kutlanan bir geceye dönüşüverdi yılbaşı gecelerimiz. Bir koca yıl geçi insanlık neden sevinir ki, ömründen bir yıl daha gitti. Ömür takviminden bir yaprak daha kopardık bundan dolayı neden seviniriz? Ümit ederim ümit içindir. Çünkü, bizi hayata bağlayan tek şey ümitlerimizdir. Her şeye rağmen ümit ederiz.
Yeminler ettiğimiz aşklarımızın nefrete dönüştüğünü gördüğümüz halde yine de ümit etmekten vazgeçmeyiz. Yılbaşı geceleri her şeyi unutmak isteğimiz içindir ki, çıngınlar gibi eğleniriz yada acıları ile hüzünleri ile karşılıksız aşklarımızı içinde barındıran bir yılı geride bırakışımızın sevinci ile geçen bir yıldan hıncımızı alırız.
Yeni yılı geride bıraktık, söylenmemiş sevdalar, yarım kalan aşklar kaldı. Dönüşü olmayan bir yoldayız, ardımızda neler neler bıraktık.
Geçmişe elveda derken yeni yıla merhaba…
[1] Bid’at, İlkesel temellere dayanmayan, sonradan uydurulan adetler.
[2] http://karadenizmizah.blogspot.com
[3] E. Talu, Eski Yılbaşlarına Dair, Cumhuriyet, 01 Ocak 1953
[4] Haraşo, asil yada hizmetçilerle büyüyen yüksek tabaka Rus kadınları. Yalçın Küçük, Sırlar 2.Basım, s.67
[5] Refik Halid Karay, Panorama, Ocak 1955
[6] Ercümend Ekrem Talu, Salon, 01 Ocak 1949
[7] Faruk Nafız Çamlıbel, Salon 01 Ocak 1950